DOĞRUYUM | ÇALIŞKANIM

Lavrasya Politik

Lavrasya politik KİMDİR?

Lavrasya Politik, Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecinde öncü bir rol oynamış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği altı temel ilke üzerine kurulmuş bir politik yapılanmadır. Bu ilkeler; Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılık, Lavrasya Politik’in temelini oluştururken, Akılcılık, Ulusal Bağımsızlık, Ulusal Egemenlik, Ulusal Birlik ve Çağdaşlık gibi bütünleyici ilkeler de yönümüzü aydınlatmaktadır.

Lavrasya Politik Ekibi olarak, Atatürk’ün bu temel ve bütünleyici ilkelerini, günümüzün dinamiklerine uygun şekilde yorumlayarak, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmasını hedefliyoruz. Bu ilkeler ışığında, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin inşası için çalışıyor, ulusal ve uluslararası alanda barışın, istikrarın ve iş birliğinin savunucusu oluyoruz. Geleceğe yön veren, geçmişten ilham alan bir politika anlayışıyla, Türkiye’nin aydınlık yarınları için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.

Temel ilkelerimiz

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan bütünleyici ilkeler, ulusun bağımsızlığını, birliğini ve çağdaşlaşma yolundaki ilerlemesini sağlamak amacıyla tasarlanmıştır. Bu ilkeler, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana hem iç hem de dış politikada yol gösterici olmuş ve Türkiye’nin modern bir devlet olarak şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Atatürk’ün bu bütünleyici ilkeleri, Türkiye’nin çağdaş dünya ile entegrasyonunu, demokratikleşmesini ve kalkınmasını sağlamıştır ve Türkiye’nin geleceğini şekillendirmede hala önemli bir yer tutmaktadır.

Cumhuriyetçilik Nedir?

Cumhuriyetçilik, Atatürk ilkelerinin temel taşlarından biridir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimini ifade eder. Bu ilke, devletin yönetim şeklinin bir cumhuriyet olduğunu ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu vurgular. Cumhuriyetçilik, halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetimde söz sahibi olmasını ve halkın iradesinin üstün kılınmasını esas alır.

Cumhuriyetçilik İlkesinin Özellikleri

1. Halk Egemenliği: Cumhuriyetçilik, egemenliğin halkta olduğu ve halk tarafından seçilen temsilcilerin hükümeti oluşturduğu bir yönetim biçimini savunur. Bu, demokratik bir anlayışın temelini oluşturur.

2. Seçimler: Cumhuriyet yönetimi, düzenli aralıklarla yapılan serbest ve adil seçimleri gerektirir. Bu seçimler, halkın kendi temsilcilerini seçme hakkını kullanmasını sağlar.

3. Temsilcilik: Cumhuriyetçilik, halkın seçtiği temsilcilerin yasama, yürütme ve yargı gibi devletin temel organlarında görev almasını öngörür.

4. Anayasal Düzen: Cumhuriyetçilik ilkesi, devletin anayasal bir düzen üzerine kurulmasını ve bu anayasanın halkın iradesini yansıtmasını esas alır.

5. Hukukun Üstünlüğü: Cumhuriyetçilik, hukukun üstünlüğünü ve herkesin hukuk önünde eşit olduğunu savunur. Bu, adaletin sağlanması ve keyfi yönetimin önlenmesi için gereklidir.

6. Laiklik: Cumhuriyetçilik, laik bir devlet yapısını destekler. Bu, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ve dinin devlet işlerine müdahalesinin önlenmesini ifade eder.

7. Sosyal Devlet: Cumhuriyetçilik, devletin sosyal hizmetlerde bulunmasını ve vatandaşlarının refahını artırmayı hedefler.

Atatürk’ün cumhuriyetçilik anlayışı, liberal demokratik değerlere dayanır ve bireyin özgürlüğünü, halkın iradesini ve hukukun üstünlüğünü ön planda tutar. Atatürk, cumhuriyeti Türk gençliğine emanet ederek, bu değerlerin korunması ve sürdürülmesi konusunda genç nesillere büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana cumhuriyetçilik, devletin temel niteliklerinden biri olarak anayasada yer almaktadır ve Türkiye’nin yönetim biçimini tanımlayan en temel unsurlardan biridir.

Milliyetçilik Nedir?

Milliyetçilik, modern dünya tarihinde birçok ulusun şekillenmesinde merkezi bir rol oynamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Türkiye’nin kuruluş felsefesinin temel taşlarından biridir. Atatürk’ün milliyetçilik tanımı, sadece geçmişteki ortak yaşamı değil, aynı zamanda ortak bir geleceğe olan inancı ve kararlılığı da vurgular. Bu tanım, dil, kültür ve siyasi birliğin yanı sıra, vatandaşlık ve üst kimlik değerlerini de içerir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, ırk veya din ayrımı yapmaksızın, bireyleri vatandaşlık bağı ile birleştiren sivil bir milliyetçilik biçimidir.

Afet İnan’ın “Medeni Bilgiler” kitabında Atatürk’ün millet tanımı, ırk, etnik köken ve din gibi ayrımları dışarıda bırakarak, Türkiye halkının ortak hürmet ve fedakarlık hisleriyle birleştiği bir toplumsal yapı olarak açıklanmıştır. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, bireylerin birbirlerine karşı gösterdikleri saygı ve özveriyi, ortak kader ve çıkarları paylaşmalarını ön plana çıkarır.

Atatürk, Ziya Gökalp’in hars-medeniyet ayrımını reddederek, medeniyetin kültürden ayrılmaz bir parça olduğunu savunmuştur. Bu, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının sadece etnik veya dini unsurlarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda kültürel ve medeni unsurları da kapsadığını gösterir.

1982 Anayasası’nın 66. maddesi ile Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Türk vatandaşlığı bağı ile herkesin Türk olarak kabul edildiği yasal bir zemine oturtulmuştur. Bu, Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” şeklindeki tanımıyla da uyumludur. Bu tanım, Türkiye’deki vatandaşlık anlayışının, etnik köken veya inanç sistemlerinden bağımsız olarak, hukuki ve siyasi bir çerçevede şekillendiğini vurgular.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Türkiye’nin çok kültürlü yapısını bir arada tutan ve modern Türk kimliğinin oluşumunda belirleyici olan bir anlayıştır. Bu anlayış, Türkiye’nin iç ve dış politikalarında da etkili olmuş ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki yerini şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır. Atatürk’ün milliyetçilik vizyonu, Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel bir aktör olarak konumunu güçlendirmesine yardımcı olmuş ve ülkenin modernleşme sürecine katkıda bulunmuştur.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana toplumsal birliği ve bütünlüğü sağlama, modern bir ulus devlet inşa etme ve kültürel kimliğini koruma çabalarında merkezi bir yer tutmaktadır. Bu anlayış, Türkiye’nin geleceğini şekillendirmede de rehberlik etmeye devam edecektir.

Halkçılık Nedir?

Halkçılık, Atatürk ilke ve inkılaplarının temelini oluşturan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde derin izler bırakan bir kavramdır. Bu ilke, toplumun tüm kesimlerinin eşit haklara sahip olduğu, hiçbir sınıf veya zümrenin ayrıcalıklı olmadığı bir yönetim anlayışını ifade eder. Atatürk’ün halkçılık anlayışı, bireylerin dinsel, dilsel, ırksal veya mezhepsel farklılıklarına bakılmaksızın eşit olduğu ve devlet hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanmaları gerektiğini vurgular.

Halkçılık İlkesinin Temel Özellikleri

1. Eşitlik: Halkçılık, her bireyin kanun önünde eşit olduğu ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmaması gerektiği anlayışına dayanır.

2. Ulusal Egemenlik: Bu ilke, ulusal egemenliğin korunmasını ve halkın kendi kendini yönetme hakkını önemser.

3. Sosyal Dayanışma: Halkçılık, toplumun farklı kesimleri arasında iş bölümü ve dayanışmayı teşvik eder.

4. Toplumsal Ayrımcılığın Reddi: Halkçılık, toplumsal ayrımcılığın her türlüsünü reddeder ve herkesin sosyal, ekonomik ve siyasi hayatta eşit fırsatlara sahip olmasını savunur.

5. Kadın-Erkek Eşitliği: Atatürk’ün halkçılık anlayışı, kadın-erkek eşitliğini de içerir ve bu konuda atılan adımlar, halkçılık ilkesinin bir yansımasıdır.

6. Eğitimde Fırsat Eşitliği: Öğretim birliği ve yeni Türk alfabesinin hazırlanması gibi eğitimle ilgili reformlar, her yurttaşa eğitimde eşit fırsatlar sunmayı amaçlamıştır.

7. Toplumsal Dayanışma ve Güçlendirme: Ahmet Taner Kışlalı’nın ifadesiyle, Atatürkçü halkçılık, toplumun en yoksul ve eğitimsiz kesimlerini güçlendirmeyi ve toplumsal dayanışmayı sağlamayı hedefler.

Atatürk’ün halkçılık ilkesi, Türkiye’nin sosyal ve siyasi yapısını şekillendiren temel bir prensiptir. Bu ilke, toplumun her kesiminden insanların eşitliğini, dayanışmasını ve bir arada yaşamasını teşvik ederken, aynı zamanda bireyin özgürlüğünü ve kişisel gelişimini de destekler. Halkçılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik yapısının güçlenmesine ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkıda bulunmuştur. Atatürk’ün halkçılık anlayışı, bugün de Türkiye’nin sosyal ve siyasi hayatında etkisini sürdürmektedir.

Laiklik Nedir?

Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel taşlarından biridir. Atatürk ilke ve inkılapları içinde özel bir yere sahip olan laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması anlamına gelir. Bu kavram, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” anlayışının da bir parçasıdır. Ona göre, bir ulusun bağımsızlığı, sadece siyasi ve ekonomik özgürlüklerle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda bireylerin inançları üzerinde de özgür olmalıdır. Bu bağlamda, laiklik prensibi sadece din ve dünya işlerinin ayrılmasını değil, aynı zamanda tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğünü de içerir.

Türkiye’de laiklik ilkesinin benimsenmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden başlayarak, toplumun modernleşme sürecine paralel olarak gelişen bir süreçtir. Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk ve arkadaşları, yeni devletin temellerini sağlam bir şekilde atabilmek için, laiklik ilkesini anayasal bir temele kavuşturmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında hayata geçirilen laikleşme reformları, eğitimden hukuka, siyasetten toplumsal yaşama kadar geniş bir yelpazede uygulanmıştır.

Laiklik, Türkiye’de zaman zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Bazı çevrelerce laikliğin batıdan ithal edilmiş bir kavram olduğu ve Türkiye’nin Müslüman çoğunluğuna uygun düşmediği iddia edilse de, laiklik aslında Türkiye’nin çok kültürlü ve çok dinli yapısını koruyan bir unsurdur. Laik devlet anlayışı, farklı inanç gruplarının bir arada huzur içinde yaşamasını ve devletin dini inançlara göre değil, evrensel hukuk normlarına göre yönetilmesini mümkün kılar.

Özellikle son yıllarda Türkiye’de laiklik ilkesinin uygulanış biçimi ve sınırları konusunda çeşitli siyasi tartışmalar yaşanmaktadır. Siyasette dini simgelerin ve söylemlerin kullanımı, eğitimde din derslerinin içeriği, devlet kurumlarının dini etkinliklerdeki rolü gibi konular, laiklik anlayışının sorgulanmasına yol açmaktadır. Bu tartışmalar, Türkiye’nin demokratikleşme süreci içinde ele alınması gereken önemli meseleler arasında yer almaktadır.

Türkiye’nin laiklik anlayışı, hem iç politikada hem de dış politikada önemli bir yer tutar. İç politikada, laiklik ilkesi, bireylerin inanç özgürlüğünü koruyarak, toplumsal barışın ve huzurun sağlanmasına katkıda bulunur. Dış politikada ise Türkiye’nin laik yapısı, farklı kültür ve medeniyetlerle ilişkilerini güçlendirirken, aynı zamanda Türkiye’yi Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak konumlandırır.

Türkiye’de laiklik, Atatürk’ün “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün bir yansıması olarak, bireylerin inançları üzerindeki özgürlüğü, devletin tarafsızlığını ve toplumsal barışı temsil etmektedir. Bu ilke, çağdaş Türkiye’nin temellerini oluştururken, ülkenin gelecekte de evrensel değerler çerçevesinde yol almasını sağlayacak bir pusula işlevi görür.

Devletçilik Nedir?

Atatürk’ün devletçilik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında ekonomik bağımsızlığın sağlanması ve modern bir ulus devletin inşası için hayati öneme sahipti. Bu ilke, devletin ekonomiye müdahalesini ve ekonomik faaliyetlerdeki rolünü belirlerken, bireysel özgürlüklerin ve girişimciliğin önemini de göz ardı etmez.

Devletçilik İlkesinin Temel Özellikleri

1. Ekonomik Bağımsızlık: Atatürk, ekonomik bağımsızlığın ulusal bağımsızlık için şart olduğuna inanıyordu. Bu nedenle, devletçilik ilkesi, Türkiye’nin ekonomik olarak dışa bağımlılıktan kurtulmasını ve kendi ayakları üzerinde durabilmesini hedefliyordu.

2. Millî Burjuvazi: Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında yerli sermayenin ve millî burjuvazinin oluşturulmasını teşvik eden bu ilke, yabancı sermayeye karşı bir denge unsuru olarak görülüyordu.

3. Devletin Rolü: Devletçilik, devletin ekonomide aktif bir rol almasını, özellikle stratejik sektörlerde ve serbest piyasanın yetersiz kaldığı alanlarda girişimci olarak ortaya çıkmasını savunur. Bu, demiryolları, bankacılık ve sanayi gibi alanlarda devletin yatırım yapmasını ve bu sektörleri geliştirmesini içerir.

4. Serbest Piyasa ve Birey Esaslı Ekonomi: Atatürk’ün devletçilik anlayışı, serbest piyasa ekonomisini ve bireysel girişimciliği destekler. Devletin ekonomideki rolü, bireyin önüne geçmek değil, ona destek olmak ve genel koşulları iyileştirmektir.

5. Sosyal Liberal Ekonomi: Atatürk’ün devletçilik anlayışı, sosyal liberal ekonomik düşüncelerle paralellik gösterir. Bu, devletin sosyal refahı artırmak ve ekonomik adaleti sağlamak için müdahalede bulunabileceği, ancak bireysel özgürlüklerin ve özel sektörün önemini de kabul ettiği anlamına gelir.

6. Sosyalizmden Farklılık: Atatürk’ün vurguladığı gibi, devletçilik ilkesi sosyalist ekonomik anlayışlardan farklıdır. Toplumsal ve ekonomik hayatta devletin rolü, kolektivizm veya komünizm yerine, bireysel girişimciliği ve özel sektörü destekleyecek şekilde düzenleyici ve denetleyicidir.

Atatürk’ün devletçilik ilkesi, Türkiye’nin modernleşme sürecinde ekonomik kalkınmayı hızlandırmak ve ulusal ekonomiyi güçlendirmek için stratejik bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Bu ilke, devletin ekonomideki rolünü belirlerken, bireysel girişimciliğin ve serbest piyasanın da önemini vurgular. Atatürk’ün ekonomi politikaları, Türkiye’nin çağdaş dünya ile entegrasyonunu ve ekonomik bağımsızlığını hedefleyen bir yol haritası olarak değerlendirilebilir.

İnkılapçılık Nedir?

İnkılapçılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan altı oktan biridir ve Atatürk’ün Türk toplumunu çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarma hedefinin en önemli araçlarından biri olarak kabul edilir. Bu ilke, sadece mevcut eski düzenin yerine yeni ve çağdaş bir düzenin kurulmasını değil, aynı zamanda bu yeniliklerin sürekli bir şekilde geliştirilmesini ve korunmasını ifade eder. Atatürk’ün devrimleri, hukuk, eğitim, dil, giyim, kadın hakları ve laiklik gibi birçok alanda köklü değişiklikler getirmiştir.

İnkılapçılık, Türkiye’nin modernleşme sürecinde, toplumun her kesimini kucaklayan ve seçkinciliğe karşı çıkan bir devrimcilik anlayışını benimsemiştir. Bu ilke, halkın katılımını ve demokratik yöntemleri ön plana çıkararak, toplumun bütünleşmesini ve çağdaşlaşmasını hedefler. Atatürk’ün inkılapçılık anlayışı, eski kurumların yerine çağın gereksinimlerini karşılayacak yeni kurumların inşasını gerektirirken, aynı zamanda sürekli yenilik ve değişime açık olmayı da vurgular.

Atatürk, devrimlerin korunmasını önemserken, aynı zamanda değişen koşullara uyum sağlayacak yeni kurumlar ve düşüncelerin oluşmasının gerekliliğine de dikkat çeker. Bu, Atatürkçülüğün “Sürekli Devrimcilik” anlayışının temelini oluşturur. Atatürk, koşulların değişeceğini ve bu değişen koşulların yeni atılımları gerektireceğini öngörmüştür. Bu nedenle, Atatürkçülüğün devrimcilik ilkesi, devrimin bir anlamda dondurulmasına karşı çıkar ve sürekli bir gelişim ve yenilenme sürecini savunur.

Türkiye’nin politikasında inkılapçılık, devletin ve toplumun modernleşme sürecindeki dinamizmini korumak ve sürekli gelişimi teşvik etmek için bir rehber olarak kalmıştır. Bu ilke, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası alanda karşılaştığı yeni durumlara uyum sağlamasını ve çağdaş dünya düzeninde etkin bir rol oynamasını sağlamıştır. İnkılapçılık, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında, değişen koşullara hızlı ve etkili bir şekilde yanıt verebilmesinin temelini oluşturur.

Atatürk’ün inkılapçılık ilkesi, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana sürekli bir yenilenme ve gelişme sürecinde olmasını sağlamış ve Türkiye’nin modern bir ulus devlet olarak konumunu güçlendirmiştir. Bu ilke, Türkiye’nin gelecekte de çağdaşlaşma yolunda ilerlemesini ve uluslararası arenada rekabetçi kalmasını sağlayacak bir yol gösterici olarak önemini korumaktadır.

bütünleyici ilkelerİMİZ

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan bütünleyici ilkeler, ulusun bağımsızlığını, birliğini ve çağdaşlaşma yolundaki ilerlemesini sağlamak amacıyla tasarlanmıştır. Bu ilkeler, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana hem iç hem de dış politikada yol gösterici olmuş ve Türkiye’nin modern bir devlet olarak şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Atatürk’ün bu bütünleyici ilkeleri, Türkiye’nin çağdaş dünya ile entegrasyonunu, demokratikleşmesini ve kalkınmasını sağlamıştır ve Türkiye’nin geleceğini şekillendirmede hala önemli bir yer tutmaktadır.

Ulusal Bağımsızlık

Ulusal bağımsızlık, bir ulusun kendi kaderini kendi iradesiyle belirleyebilme hakkı ve yeteneğidir. Bu, bir devletin iç ve dış politikada özgürce karar verebilmesi, ekonomik ve finansal işlerini başka bir devletin müdahalesi olmaksızın yürütebilmesi ve kendi kültürel, askeri, ve adli işlerini kendi özgün değerleri ve çıkarları doğrultusunda yönetebilmesi anlamına gelir.

Atatürk’ün “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözü, onun kişisel ve siyasi hayatındaki temel motivasyonlarından birini ifade eder. Bu düşünce, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin merkezinde yer alır. Atatürk, Türkiye’nin tam bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürebilmesi için siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri ve kültürel alanlarda bağımsızlığını korumanın şart olduğunu vurgulamıştır.

Atatürk’ün liderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı, “Ya istiklâl ya ölüm!” parolasıyla, Türkiye’nin tam bağımsızlığını kazanma mücadelesini simgeler. Bu mücadele, Türkiye’nin modern tarihinde bir dönüm noktasıdır ve ulusal bağımsızlığın sadece siyasi bir terim olmadığını, aynı zamanda bir ulusun varoluşsal bir hedefi olduğunu gösterir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler, Türkiye’nin bağımsızlığını pekiştirmek ve modern bir ulus-devlet olarak yapılandırmak amacıyla yapılmıştır. Bu bağımsızlık, bugün de Türkiye’nin dış politikasının ve ulusal kimliğinin temel taşlarından biri olarak kalmaya devam etmektedir.


Ulusal Egemenlik

Ulusal egemenlik, modern devlet anlayışının temelini oluşturan ve demokrasinin vazgeçilmez bir prensibi olan bir kavramdır. Bu ilke, devletin tüm yetki ve karar mekanizmalarının, halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla işletilmesi gerektiğini ifade eder. Yani, devletin egemen gücü, herhangi bir kişiye, aileye, sınıfa veya zümreye değil, doğrudan millete aittir.

Atatürk, milletin egemenliğini, yani ulusal egemenliği, sadece teoride değil, pratikte de uygulanması gereken bir ilke olarak görmüştür.

Ulusal egemenlik, milletin iradesinin üstünde hiçbir gücün olmadığını, milletin kendi geleceğini belirleme ve devlet işlerini yönetme hakkına sahip olduğunu belirtir. Bu ilke, aynı zamanda, milletin isteklerini yerine getirme gücüne sahip olduğunu ve bu isteklerin önüne geçebilecek hiçbir kuvvetin bulunmadığını ifade eder. Bu durum, milletin özgür iradesinin, yasama, yürütme ve yargı organları üzerindeki en üstün güç olduğu anlamına gelir.

Türkiye’de ulusal egemenlik, Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’nın ardından, saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı ile pekiştirilmiştir. Bu dönüşüm, Türkiye’nin tam bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda tanınmasını sağlamış ve Türk milletinin egemenliğini tüm dünyaya ilan etmiştir.

Ulusal Birlik

Ulusal birlik, bir milletin bireylerinin, ortak bir kimlik, tarih, dil, kültür ve değerler etrafında kenetlenerek oluşturduğu siyasi ve sosyal bütünlüktür. Bu ilke, milletin parçalanmaz bir bütün olarak varlığını sürdürmesi ve ortak hedeflere ulaşabilmesi için gerekli olan dayanışmayı ve birlikteliği vurgular.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışında ulusal birlik, Türk milletinin bağımsızlığını ve devletin bütünlüğünü koruma altına almak için temel bir prensip olarak yer alır. Bu anlayış, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve Atatürk’ün gerçekleştirdiği reformlarda merkezi bir rol oynamıştır. Atatürk, milletin birliğini ve beraberliğini, devletin temel taşı olarak görmüş ve bu birliğin korunmasını, Türkiye’nin modernleşme ve ilerleme yolunda ilerlemesinin ön koşulu olarak kabul etmiştir.

Ulusal birlik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinden biri olarak anayasal bir güvence altına alınmıştır. Anayasanın 3. maddesi, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu ve resmi dilinin Türkçe olduğunu belirtir. Bu madde, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, milli kimliğini ve dilini koruma altına alarak, ulusal birliğin önemini ve devletin bu konudaki kararlılığını yansıtır.

Akılcılık

Akılcılık, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesini oluşturan ve onun reformlarının anahtar taşlarından biri olan bir ilkedir. Bu ilke, bilimin ve mantığın rehberliğinde hareket etmeyi, geleneksel dogmaların ve batıl inançların ötesine geçmeyi ve toplumsal ile bireysel kararları akıl yürütme üzerine kurmayı vurgular.

Atatürk’ün “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” sözü, onun yönetim anlayışının ve modern Türkiye’nin inşasındaki yaklaşımının özünü yansıtır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecinde bilimi ve rasyonel düşünceyi önceliklendirmiş, eğitimden sağlığa, hukuktan sanayiye kadar her alanda bilimsel metodolojiyi ve akılcı politikaları benimsemiştir.

1933 yılında kabul edilen 2252 sayılı yasa ile İstanbul Darülfünunu’nun kapatılması ve yerine Batı Avrupa örneğine uygun bir yapıda İstanbul Üniversitesi’nin açılması, Atatürk’ün akılcılık ilkesine verdiği önemin somut bir göstergesidir. Bu reform, Türkiye’de yükseköğretimin modernleşmesi ve bilimsel araştırma kapasitesinin artırılması açısından dönüm noktası olmuştur.

Atatürk’ün akılcılık ilkesi, sadece eğitim ve bilim alanlarında değil, aynı zamanda toplumun her kesiminde ve devlet yönetiminde de etkili olmuştur. Bu ilke, Türkiye’nin modernleşme sürecinde, geleneksel yapılardan sıyrılıp, bilgiye ve bilimsel düşünceye dayalı bir toplum yapısına geçiş yapmasını sağlamıştır.

Tarih ve dil alanlarında kurduğu kurumlarla da bu akılcı yaklaşımı desteklemiş, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kurumlar aracılığıyla bilimsel araştırmaların ve dilin sadeleştirilmesinin önünü açmıştır. Bu kurumlar, Türk tarihinin ve dilinin bilimsel bir temelde incelenmesini ve geliştirilmesini sağlamış, Türkiye’nin kültürel ve bilimsel bağımsızlığını pekiştirmiştir.

Günümüzde de akılcılık ilkesi, Türkiye’nin bilimsel gelişiminde, eğitim politikalarında ve toplumsal karar alma süreçlerinde hala önemli bir yer tutmaktadır. Atatürk’ün bu mirası, Türkiye’nin çağdaş dünya ile entegrasyonu ve sürekli gelişimi için rehber olmaya devam etmektedir.

Çağdaşlık

Çağdaşlık, bir toplumun veya devletin, bilim, teknoloji, ekonomi, sosyal yapı, hukuk ve siyaset gibi alanlarda çağın gerektirdiği düzeye ulaşmış olmasını ve bu alanlardaki gelişmeleri benimseyip uygulamasını ifade eder. Bu kavram, sadece teknolojik ve ekonomik gelişmelerle sınırlı değildir; aynı zamanda demokratik değerler, insan hakları, eşitlik ve özgürlükler gibi toplumsal ve siyasal değerlerin benimsenmesini de kapsar.

Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı, Türkiye’yi modern bir devlet yapma ve milleti çağın gereklerine uygun bir düzeye getirme amacını taşır. Bu süreç, Atatürk’ün önderliğinde, Batı’daki modernleşme hareketlerinden esinlenerek, ancak Türkiye’nin kendi tarihsel ve kültürel özelliklerini de göz önünde bulundurarak gerçekleştirilmiştir. Atatürk’ün çağdaşlaşma politikaları, eğitimden sağlığa, hukuktan sanayileşmeye kadar geniş bir yelpazede reformları içermekte ve bu reformlar, Türkiye’nin bağımsızlığını pekiştirmek ve halkın yaşam standartlarını yükseltmek için tasarlanmıştır.

Çağdaşlaşma ilkesi, Atatürk’ün “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” hedefiyle örtüşmektedir. Bu hedef, Türkiye’nin sanayileşmiş ve demokratik ülkelerle aynı düzeyde olmasını, aynı zamanda kendi milli kimliğini ve bağımsızlığını koruyarak modern dünyanın bir parçası olmasını amaçlamaktadır. Atatürkçü çağdaşlaşma, ulusal egemenlik ve halkçılık ilkeleriyle de iç içe geçmiş bir süreçtir; çünkü çağdaş bir toplumun inşası, halkın egemenliğine ve her bireyin hak ve özgürlüklerine dayanmaktadır.

Bu bağlamda, Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı, Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden hareketle, evrensel değerleri benimseyerek ve kendi tarihine saygı duyarak modern bir toplum oluşturma çabasını temsil eder. Bu süreç, Türkiye’nin 20. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı dönüşümün temelini oluşturmuş ve ülkenin bugünkü modern yapısının temellerini atmıştır.